Kış boyunca Thai Masaj ve Medikal Çigong kursları için metroyla, metrobüsle, trenle, uçakla semtten semte, şehirden şehire koştururken beni motive eden, önümde sallanan bir havuç vardı. Okulumuzun Nisan ayında Bali’de gerçekleşecek Çigong kampı. Hayatın öğretmenlik kısmı benim için dışa dönüş, verme ve sorumluluksa; öğrencilik kısmı da kendine dönüş, beslenme ve eğlence demek.
Haftalar öncesinden valizimi hazırladım. Hocamın eşi Pi O geçen sefer götürdüğüm kuru kayısıları çok sevmişti, 2 kilo aldım. Çigong kampından önce jetlegimi atlatmak için kendime 3 gün hediye ettim ve hem okulumuz olan tapınağa hem de en sevdiğim kumsal Jimbaran’a yakın bir otel bulup yer ayırttım. Bütün sene çalışmış, ev ödevlerimi yapmıştım. Öğretmeye iznim olan formun dışındaki formları da bol bol çalışmış, kendimce farklı seviyelere çıkarmıştım. Biran önce gidip gelişmeleri hocama göstermek için can atıyordum. O 3 gün tatili de haketmiştim.
Bali malum hayli uzak. Doha havaalanında sabahlamalı, 24 saati geçen uzun bir yolculukla Jimbaran’daki otelime pestilim çıkmış halde, geceyarısı bir saatte ulaştım. Hay aksiydi ki, hocama ne kadar ilerlediğimi göstermek isterken ben , yolculuk belimi yamultmuş, hafiften topallamaya bile başlamıştım. Üstüne bir de yumurtalık sancısı eklenmişti. Moralimi bozmamaya çalıştım.
Kamptan önce kumsalda 3 gün tatil ilaç gibi geldi. Bodrum’lu arkadaşım Zeynep ve O’nun kuzeni, benim de öğrencim olan Hazal 1 gün sonra otelde bana katıldılar. Gelmeden kalacağım oteli grubumuzdan arkadaşlarla paylaşmıştım. Fransız arkadaşımız Catherine de gelince, daha kamp başlamadan tatlı sıcak bir aile olmuştuk bile. Kumsalda yol yorgunluğunu atıp, akşamları güneş batımına karşı deniz mahsüllü balık ziyafetleri çekerek kendimizi şımarttık. Belim dinlenince rahatlamış ama hala buradayım diyordu. Egzersizlere başlayınca geçer diye düşündüm.
Zeynep’le ben inziva konusunda geçen seneden hayli tecrübeliyiz. Tapınağın hemen dibinde, içinde 2 yer yatağı ve banyo dışında hiçbirşey olmayan, normalde Budist rahiplerin kaldığı odalarda ikişer üçer kişi kalacağımızı biliyoruz. Böyle bir ortamda daha önce hiç bulunmamış olan küçüğümüz Hazal’a durumu üstüne basa basa anlattık, o da bizi yapışık yaşadığı telefonundan kafasını 1 sn için kaldırmak suretiyle onayladı. Pazar günü kendisini adanın en havalı yeri olan Seminyak’a götürerek medeniyetle son birkez daha haşır neşir olmasını sağladık. İyi oldu ben de ayak masajı yaptırdım. Egzersizlere de bir başlayalım, belimin ağrısı geçecek biliyorum.
Pazar akşamı son frappelerimizi içmiş olarak kendimizi kampa teslim ettik. Hocamız bizi güler yüzle karşıladı, sanki daha dün berabermişiz gibi geldi bana. Hazal’ın şansı mıydı neydi bilmiyorum, biz Türk ekibine büyük bir kıyak geçti. Bu sene sayı biraz daha fazla olunca, tapınağa 5 dakika araba mesafesinde villalar kiralanmış, cüzzi bir karşılıkla üçümüzün orada kalabileceğini söyledi. Hazal o kadar anlattığımız o yer yataklı odaları görmedi bile. Havuzlu, teraslı villamıza yerleştik; Hazal terastaki koltuğa uzanmış gayet doğal bir şekilde Instagram’daki hayatına devam ederken Zeynep’le ben inanamayan gözlerle birbirimize bakıyorduk.
Yanımızdaki villada Hollanda’lı Eliza ve Pakistan’lı Shazia , karşımızdaki büyük villada da Hocamız ve ailesi kaldılar.Bir araba kiralandı ve okul günleri başladı. Sabah 6’da kalkış, 7:25’de Eliza’nın araba kilidini açan bipbip sesiyle fırlayış, 7:35’de tapınakta çoktan meditasyona oturmuş arkadaşların yanına sessizce yerleşip güçlü ve huzurlu bir dalganın içine kendini bırakış…Oh işte bütün sene hayalini kurduğum yerdeyim. Bence herşey çok güzel olacak.
İlk gün yumuşak ve yavaş başladı herşey. 20 kişilik grupta ilk defa tanıştığım sadece 2 kişi vardı. Yıllardır birlikte çalıştığım, geliştiğim ikinci aileme kavuşmuş gibiydim. Aradan bir sene geçmiş, herkes değişmiş ilerlemişti.İlk başladığı günlerini bildiğim, Chiang Mai’de yaşayan Koreli arkadaşımız SayGin artık hocamızın öğretmen asistanlarından biri olmuş, hocalık ona ve bedenine çok yakışmıştı. Geçen sene 3 ayı birlikte geçirdiğim ve kızım gibi sevdiğim Ashley nasıl da güçlenmiş, postürü nasıl değişmiş. Geçen sene isim takmıştık, herkes hala “Küçük Ninja” diye çağırıyor onu😊 İlk gün herkes sarmaş dolaş hasret giderdi, Hocamızın eşinin 5 element ilkelerine uygun pişirdiği sağlıklı yemekleri yiyip sohpetler ettik. Hazal’ı da attık grubun ortasına, serbest bıraktık. Öyle güzel uyum sağladı ki hem insanlara hem egzersizlere gurur duydum doğrusu. Egzersizlerimizi yaptık ama hocamız bizi çok zorlamadı. Öğrencilerin bir kısmı zaten yıl boyunca Chiang Mai’de yanında, neredeyse hergün görüyor onları. Bizim gibiler ise yılda bir yada iki kez ortaya çıkıyoruz. X rey den geçer gibi bir kontrolden geçirildik bence o ilk gün. Zayıflıklarımız, gereksiz özgüven ve gereksiz güvensizliklerimiz eminim iyot gibi ortaya çıktı. Benim en büyük niyetim ne kadar da iyi bir eğitmen olduğumu hocama göstermek. Belim ağrıyor hala ama yarın öbür gün geçer nasılsa.
Sohpet ve alışık olduğumuz egzersizlerle geçen yumuşak bir ilk günün ardından Pi O ‘nun güzel yemeklerini yemiş, akşam meditasyonu için tapınakta toplanmıştık. Ellerimizi göbeğimizin altına yerleştirip yavaş yavaş yürümeye başladık. Yıl içersinde yürüyüşüm de çok değişmişti, bunu da göstermek istiyordum doğrusu. Hocamız daha sonra katıldı aramıza ve bizimle yürümeye başladı. Yürüyüşe liderlik ederek grubu bir çembere dönüştürdü. Dönmeye başladık birbirimizin adımlarını takip ederek. Herkesin önündekine ayak uydurması ve mesafeyi koruması gereken bir yürüyüş bu, en önde hocamız var. Yürüyüş gittikçe hızlanmaya başladı, hızlandı, hızlandı, hızlandı….Hocamızın gür sesi duyuldu “Eric’in arkasında kim var?”. Ben vardım! Hız arttıkça Eric’le aramızdaki mesafe gittikçe açılmıştı çünkü hızlı yürüyüş zaten tutuk olan belimi daha beter etmiş, bacağım adım atmaz olmuştu. “Ah sorry sorry Esra!” diyerek beni bir sandalyeye oturttu ve onlar yürüyüşlerine devam ettiler…
Ertesi sabah kötürüm gibi iki büklüm kalktım yataktan. Hayaller ve gerçekler…
Gerçekten sinirim bozulmuştu. Adet dönemi öncesi yükselen tansiyonumun da etkisiyle 2. günün akşamında tuvaletlerin olduğu barakada büyük bir ağlama krizi yaşadım. Hocamızın asistanı Seycin hissedip peşimden gelmiş. Ben gözlerimden fıskiye gibi fışkıran gözyaşlarıyla “Böyle şanssızlık olur mu be Seycin’im, 2 hafta eğitime geldim onda da belim tutuldu” tarzı şeyler gevelerken, O da bana sarılıp “Ama tatlım biliyorsun hep böyle olur bu işler, hepimizi zorluyor hoca bu kamplarda” diyerek kendinden birkaç örnek anlattı. Seycin’in dozunda yakınlığı ve basınçlı ağlamak çok iyi geldi. Suratım morarmış ve şişmiş olarak yanlarına gittiğim can yoldaşlarım Zeynep ve Hazal da türlü şaka ve şebekliklerle yüzümü güldürdüler. İyi ki dostlarımız var ve iyi ki bu kadar akıllı ve tatlılar…
Evet birinci dersimi almıştım. Burası yan gelip yatma, bakın ben nasıl olmuşum diye hava atma yeri değildi. Zayıflıklarımı görmeli, onları kabul etmeli ve doğru yöne doğru öğrenip anlamaya devam etmeliydim. Mızmızlanmayı kestim ve odaklandım. Günler günleri kovaladı. Birsürü formu defalarca tekrarladık. Hocamız herbirimizle kişisine göre değişen bağlarını kurdu ve o bağlarla orkestra şefi gibi yönetti hepimizi 2 hafta boyunca. Tüm gruba konuşuyormuş gibi görünürken, o gözünün küçücük bir kayışında aslında hemen anlıyorduk mesajın hangimize verildiğini. Bu sefer biraz daha teslim olup kendimizi açtığımız için herbirimizin içine üzerinde çalışacağımız yeni toğumlar ekti. Formların içinde doğru postürü yakalayıp daha akışkan hareket etmeye başladıkça, motion/hareket/momentum kavramları başka türlü bir anlam kazandı. Ben harekete teslim oldukça belim de açıldı, yürüyüşüm normale döndü. Ağrı arada sola, arada sağa kayıyor ama hareketimi engellemiyordu artık. Bir de birkez daha net bir şekilde anladım ki, çok uzun bir yolculuk bu. Hareketlerin içinde bize gösterilen hedefe doğru ilerliyorduk evet, hah tam aferin oldu dedikleri noktada şimdi bu geldiğin yeri kullanarak şöyle bir hedefe doğru ilerlemen gerek deniyordu…Eve üzerinde çalışacağımız yeni hedeflerle dönüyoruz her seferinde.
Hocamızın daha önce pek yapmadığı kişisel analizleri oldu bu sefer. Formun içersindeki bedensel tavrımızın kişiliğimiz üzerindeki yansımalarını görmemizi sağladı birkaç cümleyle. O birkaç cümle çekiçle vurulmuş gibi kazındı kafalarımıza. Mesela ben farkettim ki öndeki elimi/kolumu hep biraz daha fazla itiyor, geride kalan kolumu çekmeyi ihmal ederek tam denge noktasına gelemiyorum. Vücudumu daha rahat bıraktığım ve o bilgiye hazır olduğum bir noktada hoca arkadaki kolumu çekerek bunu anlamamı sağladı. Ve gözlerimin içine bakıp; “Esra you know what? You push and push and push…” (Esra sorun ne biliyor musun, hep itiyorsun hep zorluyorsun…) . Döndüm, hala bu cümleyle uğraşıyorum.
Bir başka arkadaşımıza ise sık sık aynı soruyu sordu formun içersinde bir şeyleri düzeltirken, “ What is your intention?” “Hedefini/Niyetini belli et!” . Eminim O da bu cümleyle uğraşıyor.
Akşam Zeynep’le ve Hazal’la yorgun bedenlerimizi yatağa zor atarak, ogün olanları konuşarak uykuya daldık hep. Kampa katılan herkes benim gibi kendine düşen zorluklarla yüzleşti. Kimisinin dizi sakatlandı, kimisi grip oldu, Kimisi ateşlendi, Kimisinin migreni tuttu, Kimisinin boynu tutuldu, Herkes sırayla ağladı. Hocamız bile annesini kıramayıp bir parça tavuk yediği için ishal oldu. Kendisinin beni de işaret eden bir konuşmasında belirttiği gibi; Yaşadığımız bu dünya boyutunda acıdan ve sıkıntıdan kaçış yada kurtulma diye bir şey yok. Hoca olmak demek dünya üstü güçlere sahip olmak demek de değil. Sıkıntı ve ızdırap hep gelecek. Önemli olan o sıkıntı ve ızdırabın içinde dengede durabilecek kuvvetli bir merkeze sahip miyiz? Bedensel ve zihinsel olarak bulmaya ve güçlendirmeye çalıştığımız o merkez yok mu o merkez, işte herşey onda düğümleniyor…İstanbul’a döndüm. Hocamın sesi hala kulaklarımda “Fiiiind your center.” (Merkezini bul!)